KAYSERİ’NİN DOĞA GÜZELLİKLERİNDEN BİRİ: BERÇİN YAYLASI



S.Burhanettin AKBAŞ
Tomarza ilçemizin Soğanlı dağlarına doğru uzanıyoruz. Soğanlı dağlarında birbirinden güzel yaylalarımız var: Büyük Berçin, Küçük Berçin, İnpınarı ve Güzelce yayları bunlardan birkaçı. Anadolu bozkırına alışan bizler, dağlarımızı da hep çıplak görmeyi kanıksamışızdır. Soğanlı dağlarına doğru yolculuğumuz devam ederken Torosların kendi karakteristiğini gösteren çam ağaçları ile karşılaşıyoruz. Doğanın rengi değişmeye başlıyor. Yeşilin tonları tabiata hakim olmaya başlarken gükyüzünde bulutlar yeni bir halaya başlayacakmış gibi omuz omuza geliyorlar. Belli ki birazdan yağmur var. Hava yağmur türküleri söylerken Soğanlı dağlarının yüksekliğinde serinlik insanı üşütecek boyuta geliyor.
Kavuşma gününe hazırız. Bir yıl aradan sonra yine Berçin’deyiz. İnpınarı yaylasının soğuk kar suları yine bizleri karşılayacak. İlk yazda bu suları içmek mümkün... Lakin dağlarda karlar eriyip bitince bu güzel suları görme imkanı da kalmıyor. Şimdilik gördüğümüz manzaranın keyfine bakalım istiyoruz.
Araçlardan piknik malzemelerinin indiren insanlar, atalarının yüzlerce yıldır at koşturdukları bu yaylalarda onlara yakışır şekilde hemen halaya başlıyorlar. Halay, bizim milli kültürümüzün en önemli unsurlarından biri. Birliğimizi, kardeşliğimizi, canlılığımızı, yiğitliğimizi temsil ediyor. Eski Türk töresinde olduğu gibi halayda erkeklerle, kadınlarımız kızlarımız yan yana, omuz omuza... Dağların koyaklarını bir davul zurna sesidir alıyor gidiyor... Adeta ataların ruhlarına ulaşmak istercesine yükseliyor gökyüzüne doğru davul ve zurnanın sesi.
Avşar Türkmenlerinin halaylara merakı da bir başka... Yediden yetmişe herkes davulun ve zurnanın sesine meftun... Türküz, türkü söyleriz der gibi halaylarımız türkülerimizle kaynaşıyor.   O türküler ki Karacaoğlan ve Dadaloğlu gibi alp ozanların dilinden gelerek yüzlerce yıl sonra yeni nesillere ulaşıyor.
Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir yiğidin derdi serinde tüter
Bu ayrılık bana ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni
Yıllar önce deve katarlarının gittiği yollar bugün araçlarımıza yol verecek hale gelmiş. Aynı yollarda bugün otobüslerle yolculuk yapılabiliyor.
Her şey iyi hoş da yağmur bize müsaade edecek mi bilemiyoruz. Hafif hafif çiseleyen yağmur, kısmen de olsa endişelendiriyor bizleri. Ancak, kimsenin Berçin’den ayrılamaya niyeti yok. Bu uzun ayrılıktan sonra Berçin’e kavuşan insanlar onu özlemle kucaklarken ondan ince ince yağan bahar artığı yağmurlardan dolayı vazgeçecek gibi değiller.
Avşar Türkmenlerinin hayatında ağıtların ise özel bir önemi var. Çünkü, Avşar boyunun tarihi süreç içerisinde yaşadığı onca acı olaylar ağıtların konusunu teşkil etmiş. Kadınlar erkekler hepside ağıtlarla doğup ağıtlarla büyümüşler. Bu ağıtların büyük bölümü, Avşar Türkmenlerinin kendi iç mücadeleleri, diğer Türkmen toplulukları ile olan kavgaları ve Osmanlı’nın Avşar Türkmenlerini iskana mecbur etmesi ve bunun neticesinde gelişen olaylarla ilgili. 19. yüzyılın büyük halk şairi Dadaloğlu’na “Hakkımızda devlet vermiş fermanı, ferman padişahın dağlar bizimdir” dedirten olaylar bunlar...
Geciken bahar, gökyüzünde bir açıp bir kapanan bulutlarıyla bizlere gülümserken, havanın verdiği izinle Türk’ün geleneksel bereketli sofraları kuruluyor. Buyrun halil ibrahim sofrasına diyen herkes, Türk’ün ananevi misafirperverliğini  gösteriyorlar.
Sofraların başköşesinde yine geleneksel bir yemeğimiz var: Etli bulgur pilavı. Yanında ise ayranımız hazır. Yufkalar ise yüzlerce yılın verdiği bir alışkanlıkla katlanıyor, dürülüyor. Allah,  Halil İbrahim bereketi versin deyip İnpınarı yaylasının soğuk kar sularının yanında yine halaylar çekiliyor, ağıtlar söyleniyor. Acı ile sevinç yan yana, omuz omuza... Severim kır atı bir de güzeli diyen Dadaloğlu’nun duygusallığı ile padişahın fermanına karşı dağlar bizimdir diyen yiğit sesinin bir kaynaşması bu.
Eski, içimizde esen bir deli rüzgar... Geçmişimiz bizi günümüze bağlarken bu dağlarda, yaylalarda özgürce dolaşan atalarımızı kıskanmak mı gerekir bilemiyorum. Ama onların atlarının bu yokuşları çıkarken çıkardıkları sesi duyuyor gibiyiz. “Dağlar seni delik delik delerim, kalbur alır toprağını elerim” diyen güçlü bir yiğit sesi sanki bu dağlarda hala çınlıyor.
Tanrı dağlarından, Ötüken’den, Kadırkan ormanlarından başlayan maceramız Soğanlı dağlarında, Aladağlarda, Erciyes’te yüzlerce yıl devam etmiş. Dağlarda yaylalarını terk etmeyenlere Türkmen demişiz, Yörük demişiz. Şehrin taş duvarlarını inşa edip içine oturanlara ise Türk demişiz.
Demek ki dağlara, yaylalara meftun oluşumuz yüzyılların mirası. Ama bu ağaçlar, bu çiçekler, bu kuşlar bizden sonra da var olmalı. Çıplak dağlar, kel tepeler yerine hep Berçin yaylası gibi yeşil, Soğanlı dağları gibi, Aladağlar gibi rengarenk dağlarımız olmalı bizim. Bize yakışan da bu değil mi?
GÜZELCE YAYLASINDAKİ YÖRÜKLER
İnpınar yaylasında konakladıktan sonra Güzelce Yaylasına çıkıyoruz. Bu yaylada İslahiye’den her yıl bölgeye gelen Yörüklerin bulunduğunu duymuştuk. Yörük Çadırlarının bulunduğu yere ulaşıyoruz. Zaten Güzelce yaylası, İnpınar yaylasına çok yakın. Güzelce yaylasında oturan Yörükler de zaten su ihtiyaçlarını İnpınar yaylasındaki o nefis kar sularının bulunduğu , buz gibi soğuk suyu olan pınardan karşılıyorlar.
Güzelce yaylasında üç büyük çadırla karşılaştık. Diğer bir yaylada ise dokuz çadırları daha varmış. Oba reisi Mehmet Bey, bizi misafir ediyor. Kendileri Saçıkara aşiretinden imişler. Her yıl İslahiye ilçesinden bu yaylalara göç ediyorlarmış. Ne kadar zamandır göç ettiklerini sorduğumuzda ise atalarının dahi bu yaylalara göçtüklerini öğreniyoruz. Mehmet Bey dahil obada bulunanların birçoğu bu topraklarda dünyaya gelmişler.
100-200 koyunu olanların maddi durumu iyi sayılıyor. Lakin bu yaylalarda sağlık problemlerini ve çocukların eğitim problemlerini çözmeleri imkansız gözüküyor. Çocuklarını bir iki ay önceden okuldan almışlar. Çünkü yaylaya göçmek için bunu yapmaya mecburlar. Başka ihtimal kalmıyor önlerinde. Sağlık problemlerini halletmeleri ise hemen hemen imkansız. İbrahim Bey, devlet toprak verse yerleşik hayata geçmeyi düşünür müsünüz diye sorduğunda gözleri parıldayarak “evet” diyorlar. Belli ki bu hayat oldukça zor. Gerçi ayranlarını içerken, yufkadan yaptıkları yağlamalarını yerken veya bu insanların bu tertemiz havayı soluduklarını düşünürken davulun sesi uzaktan bize hoş geliyor ama gelin görün ki bütün bu güzelliklere rağmen Yörükler hayatlarından memnun değiller.
BERÇİN ADI NEREDEN GELİYOR?
Berçin Yaylası, adını Alpamış destanından alır. Altay dağlarında, Sibirya’da Oğuz’un yaşadığı her yerde anlatılan bu destan bir yönüyle Anadolu’da anlatılan Bamsı Beyrek hikayesine benziyor. Bu destana göre, Berçin adında bir kız vardır. Alpamış, dünyalar güzeli Berçin’e aşıktır. Berçin babasıyla birlikte bir başka yurda göç edince, Alpamış, onun yokluğuna dayanamaz ve  onu kendi yurduna getirir. Büyük toy düğün edip Berçin’le evlenir. Hikaye, Berçin’in güzelliği üzerine kurulu… Aynı Berçin Yaylası gibi… Tomarza ilçemizin sınırlarındaki Berçin, Soğanlı dağlarının eteklerinde bulunan  güzel bir Oğuz yaylasıdır.
Avşar Türkmenleri ve Yörükler yıllar yılı bu yaylada konaklamışlar, bu yaylada at koşturmuşlar. Birbirinden güzel çiçeklerin, ağaçların yemyeşil bir görünüm sunduğu Berçin Yaylası, soğuk suları ile de Avşar Türkmenlerine içit sunmuş.
Berçin’in güzelliğine hayran olmamak, ona sevdalanmamak mümkün değil.
Berçin’de akşam olurken tabiat muhteşem manzaralar çiziyor. Günbatımı bir başka tablo çizerken gölgeler, havai fişeklerin ışığı ile aydınlanıyor. Yayları dolduran Avşar Türkmenlerinin coşkusu sanki göğe doğru yükseliyor.
Bu coşkunun ardından gece ateşinin davul ve zurnaya oluşan bir başka coşkusu oluşuyor. Türkmenin olduğu yerde halay vardır. Halay, birbiriyle halka olmuş insanların aynı coşkunun etrafında nasıl kenetlendiklerini göstermesi bakımından önem taşıyor. Türkler, yüzlerce yıldır bu büyülü müziğin etrafında dönüyorlar, dönüyorlar. Hele bir de sinsin halayı oynanıyorsa, ateşin üzerinden atlıyorlar. Çünkü, Türklerdeki ateş kültü, onların ateşle ruhlarını temizleyeceğini söylüyor ve su gibi ateş de insan ruhunu kötülüklerden uzak tutuyor.
Gece ise olabildiğine soğuk geçiyor Berçin’de… Yaz ortasında hava sıcaklığının bu derece düşmesi bu yükseklikte beklenen bir durum ama gece uyuyamayan insanlar gece ateşinin etrafında toplanıyorlar. Bu kez insanları ısıtan gece ateşi ve insanların sıcaklığı oluyor.
Berçin’de sabah çok erken uyanırsınız. Yamaçtan yeni yeni yükselmeye başlayan güneş, yeni bir gün için gülümserken sanki bir Türkmen obasında gün yeni başlıyormuş gibi, her çadırdan sabahın ilk dumanı çıkmaya başlıyor. Sabah, sıcak bir çay içmek, birkaç lokma bir şeyler yemek için ateşin gücü kendini dumanla belli ediyor.
GELENEKSEL TÜRK ÇADIRI
Muharrem Göç’le birlikte arkadaşları Avşar Türkmenlerinin geleneksel çadırlarından kıl çadırı kurmaya başlıyorlar. Muharrem Bey, atalarından kalma bir görgü ile çadırı nasıl kuracaklarını itina ile anlatıyor.
Yarım saatlik bir uğraştan sonra Türk’ün evi bütün heybetiyle ayağa kalkıyor.
Bu yemyeşil dağlarda, yaylalarda davullar çalacak, zurnalar ötecek ve bizler halaya duracağız. Koyaklarda soğuk sulardan içecek, atalarımızın at koşturduğu, çadırlarını kurduğu topraklarda bizler o yemyeşil örtüyü koruyarak ve zenginleştirerek bize düşen vazifeyi yapacağız.
Yunus’un dediği gibi: Her dem yeniden doğacağız, bizden kim usanası.

Yorumlar